“Öğretmenim çok özür dilerim ben sana hediye alamadım” dedi. “Sarıl” dedim bana. “Kocaman sarıl, gözlerimin içine bak ve öğretmenim günün kutlu olsun” de. Sarıldık, ikimizde ağlıyorduk.” Bunlar ailesinin maddi durumu yüzünden hediye alamayan bir öğrenci ve öğretmeninin diyaloğu, dün öğretmen bir danışanım ağlayarak anlattı. Elbette hediye almak ya da vermek her insanı mutlu eden güzel bir davranış. Ancak tüketim canavarının bize dayattığı önü arkası kesilmeyen özel günler “öğretmenler günü, anneler günü, babalar günü, sevgililer günü, kadınlar günü…” bu naif ve güzel davranışın içini boşalttı. Hangi rolden olursa olsun değerimizi maddiyatla ölçmemize, sunumunun ne kadar sürprizli olmasına endeksledi. İçten gelmesi, samimi olması, gönüllülükle alınmasını yok etti. Ne kadardır bir öğretmenin değeri? Neyle ölçülür? Bir altın kolye? Pahalı bir saat? Markalı bir kravat/şal? Çoktan başlamıştır veli whatsapp gruplarında toplanacak para miktarı, alınacak hediyenin ne olduğuna dair yazışmalar. Özel okul, devlet okulu fark etmez. Yıl boyunca koruyucu ebeveyn tutumundan kaynaklı öğretmenden beklentileri ve eleştirileri ile değersiz hissettirerek yüklediği yüklerin yanı sıra ağır pahalı hediye alarak öğretmenin omuzlarına bıraktığı yük taşınacak gibi değildir. Bir de buna gruptan ayrı düşmemek için zorunluluktan gönülsüz katılan velilerin yükünü ekleyince durum içler acısı. Yaşamda bizlere en küçük şeyi öğreten tüm insanları öğretmenimiz bilip, şükranlarımızı sunma fırsatını kaçırmayalım. Hem de pahalı hediyelerle değil: Sımsıkı kucaklayarak, gözlerinin içine bakarak, sayenizde okudum başardım diyerek …